11 Mayıs 2017 Perşembe

OLAĞANÜSTÜ BİR GECE



OLAĞANÜSTÜ BİR GECE – STEFAN ZWEIG

‘Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan, bütün insanları anlar.’

Stefan Zweig’ın yine farkını gösterdiği bir eser. İlk kitabı Satranç’tan sonra büyük bir istekle, büyük bir merakla elime aldım kitabı. Kitap baş kahramanın başından geçen bir günü anlatır. Karakterin bir gününü yetmiş sayfaya sığdırmış yazar. Kitabı bitirdikten sonra kitaba doyamıyorsunuz, bu kadar erken bitmemeliydi demekten alamıyorsunuz kendinizi. Yetmiş sayfa dolu dolu, hiçbir eksiği olmadan kısa ve öz aktarılmış okuyucuya. Yine bir insanın psikolojik durumu o kadar yalın ve derin anlatılmıştır ki karakterle empati kurmaktan yapamazsınız kitabın sonuna kadar.

Kimi zaman gündelik işler o kadar yorar ki bizleri, kendimizi dinlemeye vakit bulamayız. Kendimizle yüzleşmekten, duygularımızı açığa çıkarmaktan korkarız. Robotlaşırız ve duygularımızı köreltiriz. Bir süre sonra da bu durum can sıkıcı bir hal almaya başlar. Yalnız olmaktan, duygusuz yaşamaktan sıkılır ve bilmediğimiz o duyguları tatma isteği yeşerir  içimizde. Olağanüstü Bir Gece’de duyguları bastırılmış, burjuva ortamında yetişen, istediği her şeye sahip olan fakat bunlardan hiçbir şekilde haz almayan bir karakter görüyoruz.  Yalnızlıktan bunalmış, diğer insanların dikkatini çekmeye çalışan ve heyecan duymak isteyen birinin serüvenine tanıklık ediyoruz. İçinde unuttuğu bazı duyguları gün yüzüne çıkarmak istiyor ve bunun için sokakta sürekli tanımadığı insanlarla muhattap oluyor. Kimi zaman onlardan aradığı duyguları alıyor, kimi zamansa sadece acı çektiriyor kendine. Fakat hiçbir şekilde kaçmıyor olanlardan. Üstüne üstüne giderek daha da batmak istiyor en derine.

Başkahramanımız kendini bulmak istiyor adeta. Olaylar karşısında nasıl tepki vereceğini, içinde ne tür duygularının uyanacağını öğrenmek ister. Kitabın sonuna kadar da bu arayışı devam eder. 
Yaşayacağı bütün olumsuzlukları göze alarak en berbat durumlarla karşılaşmak ister. Bu nedenle kesinlikle kaçmaz başına geleceklerden.  En son yaşadığı bir olay onu zirvede bırakır. Bu olay sayesinde kendini bulur ve duygularının farkına varır. Kendi kabuğundan çıkar ve tutkularının ve heyecanının tadına varır.

Her okuyanın kendinden bir taraf bulduğu muhteşem bir kitap.  İnsan duygularına tercüme olan mükemmel bir ruhsal analiz yaratmış Stefan Zweig bu eserinde. Satranç’ta da buna benzer ruhsal durumlarla sıkça rastlaşmıştık. Okuduğum bu iki eserle de yazar hakkında şunu söyleyebilirim: Yazar psikolojik analiz yapmada tamamen bir usta. İnsanı o kadar iyi tanıyor ki bu sayede bizler de kendimizi ve etrafımızdaki tanıma fırsatı buluyoruz. Kısa ve öz anlatımıyla her kesimin rahatça okuyabileceği bu kitap şiddetle tavsiyemdir.

4 Mayıs 2017 Perşembe

SATRANÇ




SATRANÇ – STEFAN ZWEIG


‘Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz.’

Stefan Zweig’la onun son kitabı olan Satranç’ı okuyarak tanıştım. Yazarın son eseri benim ilk Stefan Zweig kitabım oldu fakat öyle sanıyorum ki devamı çok çabuk gelecek. Kısa, insanı yormayan hikayeleriyle kitap okumayı sevmeyen insanları bile kendine bağlayacak bir etkiye sahip.  Bunda yazarın psikanalizle ilgisinin de büyük bir katkısı vardır. Stefan Zweig bu eserinde karakterleri ve olayları psikolojik açıdan o kadar iyi yansıtmış ki sayfaları hızlıca, soluksuz çevirip merakla ne olduğunu öğrenmek isteyeceğinize eminim. Farkında olmadan karakterlerle psikolojik bir bağ kurmaktan kaçamazsınız. Bu açıdan bilinçaltını etkileyebilecek  bir kitap olduğunu söyleyebiliriz.

Bir insanın nasıl yalnız kalamayacağını, kaldığında ise psikolojisine ne derecede zarar verdiğini gözlerinizle görmüş kadar olabilirsiniz. Kişi varlığını sürdürebilmek için muhakkak bir başkasının varlığına muhtaçtır. Sizi tek başınıza alıp bir mekana koysalar kendinizle ya düşman olursunuz ya dost. İşte bu kitapta da karakterimizin kendisine nasıl dost, düşman ve rakip hale geldiği gösterilir. Burada yazarı da tebrik etmek gerekir ki  yazar psikolojik birikimini de kullanarak karakterlerin ruhsal bunalımlarını canlı bir şekilde tasvir etmiştir.

Satranç’ın hikayesine baktığımızda Amerika’dan Arjantin’e yapılan bir gemi yolculuğunda bir araya gelen Czentovic ile Dr. B’nin başından geçenlere şahitlik ederiz. Czentovic hırslı ve kibirli dünya satranç şampiyonu Dr. B ise hayatında canlı olarak hiçbir şekilde satranç oynamamış fakat satrançtan bir o kadar iyi anlayan bir karakter fakat bununla birlikte satranç dışında hiçbir şeyi idrak edemeyen saf bir karakter. Bu iki karakterimiz bu gemide bir satranç turnuvasıyla karşı karşıya gelirler. Dr. B’nin satrancı bu denli nasıl bildiği de hikayenin düğüm noktası. Bu düğümü okuyarak, o anlara bizzat şahitlik yaparak öğrenmenizde fayda var derim.

Stefan Zweig iyi eğitim almış, Yahudi zengin bir ailenin oğludur. Dünya savaşı sırasında Nazilerden kaçarak Avusturya’dan Brezilya’ya yerleşmiştir. Ne var ki bu son eserinde Dünya Savaşının ve Nazilerin büyük etkisi görülmektedir. Satranç’ta sembolik olarak Nazi – Yahudi karşılaştırmasının yapıldığına rastlarsınız.  Czentovic kazanma hırsı ve kendinden emin tavırlarıyla Nazileri, Dr. B ise kapana kısılmışlığı ve yaşadığı ruhsal çöküşüyle savaşın etkisindeki Yahudileri sembolize eder. Bununla birlikte kitabı okurken pek çok benzetmelere daha rastlarsınız. 

Yazar bu kitabını yayınladıktan sonra dünyanın bütün savunduğu  değerlerini kaybettiğine inanarak 1942 yılında eşiyle birlikte intihar eder. Nazilerin savaştaki son başarısı onun için kırılma noktası olur ve kendi isteğiyle bu hayattan eşiyle birlikte uzaklaşmak ister. Düşünüldüğünde yazar gerçekten de insana acı veren bir hikayeye sahiptir. Hikaye yazarın yaşadıklarıyla özdeşleşince daha can alıcı olur, daha da yaralar okuru. Bu nedenle yazarın hayatına biraz dokunup bir döneme tanıklık etmek isterseniz okuyabileceğiniz en başarılı eserlerden biri. Eminim ki benim gibi diğer eserlerini okumak için sabırsızlanacaksınız.